ÖNSÖZ Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler konferansları 17. yılına ulaşırken kitaplarının yayınlanması konusunda bazı yıllar gecikmeler yaşadık. Bu nedenle 2011-2014 yılları arasında gerçekleştirdiğimiz Felsefe, Bellek, Edebiyat ve Seyirci konferanslarına bildirileri ile değer katmış meslekdaşlarımıza toplu bir yayın haline getirmeyi düşündüğümüz kitabımız için davet gönderdik. Elimize ulaşan makaleler iki aşamalı hakem değerlendirmesinden sonra yayına kabul edildiler. Bu süreç bir yıla yakın bir zamanımızı aldı. Yedinci konferanstan itibaren oturumlara Kadir Has Üniversitesi ev sahipliği yaptı. Bu dönem boyunca üniversitemiz Rektörleri, Fakülte Yönetimimiz ve idari kadromuz bize her zaman büyük destek oldu. Bu vesile ile hepsi adına Prof. Dr. Mustafa Aydın ve Dekanımız Prof. Dr. Sevda Alankuş ile Genel Sekreterimiz Fügen Çamlıdere ve Fakülte Sekreterimiz Ayfer Vatansever’e teşekkür etmek isterim. Akademik çalışmalar sağlıklı ve verimli tartışma ortamlarını yaratan idareciler sayesinde mümkün oluyor. Bölüm Başkanımız Doç. Dr. Melis Behlil de her zaman konferansların kurullarında yer alarak bilgi, donanımı ve etkinlik yönetimi konusundaki tecrübeleri ile bize yol gösteriyor. Her yıl bize katılan asistanlarımız arasında bu yükü taşıyan arkadaşlarımız oldu. Melis Behlil bunlardan ilkiydi. Son konferansımızın asistanları ise Alaz Burak Şen, İpek Beşün ve Onat Esenman’dı. Hepsine teşekkür ederiz. Konferanslarımız son yıllarda Unesco Türkiye Milli Komisyonu logosu altında yapıldı. Başkanımız Prof. Dr. Öcal Oğuz’a teşekkür ediyoruz. Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı, açılış konuşmalarımızı katılımı ile onurlandırdı. Konferansımızın müdavimleri farklı kitaplarda yer aldılar. Gönüllülük esasına dayalı bu birlik aramıza yeni katılanlarla devam etti. Web sitemizde eski konferanslarımıza ilişkin bilgi ve görselleri sunuyoruz, orada müdevimlerimiz yıllar içindeki değişimleri ile yer alıyorlar. Yeşilçam ve Yeni Türk Sineması’nın oyuncuları, yapımcıları, yönetmenleri, ses, kurgu ve görüntü ustaları panellerimize her zaman katıldılar. Kitaplarımızda da en değerli bölümler arasında, sinema araştırmacılarına ışık tutacak biçimde yer aldılar. Elinizdeki kitabın çok değerli yazarlarına içten teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bütün bu süreçte Bağlam Yayınları’nın desteği ve ilgisine teşekkür ediyoruz. Prof. Dr. Deniz Bayrakdar GİRİS Bu kitap 2011-2014 yılları arasında Kadir Has Üniversite’sinde düzenlenmiş olan Felsefe, Bellek, Edebiyat ve Seyirci başlıklı dört konferansta sunulan bildirileri temel alan makalelerden oluşuyor. 2011 yılında “Sinema ve Felsefe” başlığı altında düzenlenmiş olan konferans, felsefe ve sinema arasındaki çok boyutlu ilişkiler üzerine odaklanıyordu. Felsefe bu konferansta film kuramının, tarihinin ve analizinin mevcut çerçevelerini zenginleştiren bir unsur olarak ele alınmıştır. Bu çerçevede felsefe, sinemanın gündelik hayatta kurduğumuz ilişkileri ve dünyayı kavrama biçimlerimizi nasıl dönüştürdüğünü bize gösteren önemli bir kavramsal uğraş olarak ortaya çıkıyor. 2012 yılında düzenlenen “Sinema ve Bellek” konferansı sinema aracılığıyla kolektif bellek ve bireysel anımsama pratiklerimiz arasında açılan uçuruma işaret edip bu sorunlu ve çetrefil alana alternatif yaklaşımlar getiriyor. Sinema bu anlamda hem hatırlamanın hem de unutmanın modern bir formu olarak sinema kuramcılarına ve kültür tarihçilerine önemli sorular soruyor. Bu konferans hatırlamak ve unutmak arasında sıkışmış sinematik temsiller üzerine niye düşünmemiz gerektiğini gündemimize yeniden getirmiştir. 2013 yılındaki konferans “Sinema ve Edebiyat” başlığı altında düzenlendi. Bu konferansta sinema ve edebiyatın farklı düzlemlerdeki kesişme noktaları disiplinler arası bir bakışla tartışmaya açılmıştır. Edebiyatın anlatım formlarının, dilinin ve hikayelerinin sinemayı nasıl etkilediği tartışılırken, sinemanın da ortaya çıkışından itibaren edebiyatın dilini nasıl dönüştürdüğü ve görselleştirdiği konferansın ana eksenini oluşturmuştur. Bu kitabın son bölümü 2014 yılında düzenlenen “Sinema ve Seyirci” başlıklı konferansta sunulan bildirilerden oluşmaktadır. Sinema hikaye anlatan bir form aldığından beri “seyirci” farklı disiplinlerin ve metodolojilerin çatışma alanı haline gelmiştir. Bu çatışmaların odağında, bir yanda sinemayı nasıl deneyimlediği ve filmlerden ne tür hazlar aldığı sinema aygıtı tarafından belirlenen pasif seyirciler olduğu kadar, öte yanda filmlerin anlamını kuran, hatta filmleri var eden eleştirel, siyasallaşmış özneler vardır. Bu bağlamda, ideolojik bir aygıt tarafından kurulduğu varsayılan seyirci ile kanlı canlı, nefes alan, cinsel ya da etnik çeşitlilikleri itibariyle farklı eğilimleri ve etkileşimleri olan farklı izleyicilik konumları bu konferansta tartışılmıştır. Sinema ve Felsefe Ayşe Lucie Batur “Filozofların Mağarasından Günümüz Türkiye Sineması’na: Gerçekçilik” başlıklı yazısında gerçekçilik kavramının temel felsefi kaynaklarını, özellikle de Platon’un mağara alegorisini inceliyor. Batur “gerçekçilik” kavramının eserin yalnızca anlatım ve estetik tercihlerini gösteren bir kıstas olarak değerlendirilemeyeceğini belirterek, gerçekçiliğin eserin gerçekliği nasıl kurduğunun ve gerçekliğe dair nasıl bir “tavır” aldığının bir ifadesi olarak da düşünülmesi gerektiğinin altını çizer. Batur bu perspektif doğrultusunda “yeni bir cesaret” olarak tarif ettiği bu “tavrın,” böylesi bir “gerçekçilik” arayışının izlerini Türkiye Sineması’nda sürer ve Min Dît (Ben Gördüm) (Miraz Bezar, 2009), Sonbahar (Özcan Alper, 2008) ve Çoğunluk (Seren Yüce, 2010) filmleri üzerinden bu “yeni cesareti” tartışır. Lale Kabadayi “Av Mevsimi Filminin Felsefesi: ‘İnsan insanın kurdudur’” isimli makalesinde Av Mevsimi (Yavuz Turgul, 2010) filminin Türkiye’ye özgü motifleri kullanarak evrensel bir “insanlık durumu” tartışması yaptığını öne sürüyor. Kabadayı makalesinde organ nakli konusu etrafında tartışılabilecek soru ve sorunları ele alan Av Mevsimi filminin bizleri kültürel tanımlama ile belirlenen “iyi/kötü insan olma kabulü” üzerine düşünmeye davet ettiğini belirtiyor. Filmin, insanın insanla mücadelesinin zamandan ve mekândan bağımsız şekilde devam edeceği görüşünü desteklediğini iddia eden makale, bu önermesini Thomas Hobbes’un felsefi yaklaşımına dayandırarak tartışıyor. Coskun Liktor “Muharrem Ya da Modern Bireyin Bir Yeraltı Adamı Olarak Portresi” başlıklı çalışmasında Zeki Demirkubuz’un Yeraltı (2012) filmi ile Fyodor Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar (1864) romanını Nietzsche’nin felsefi görüşleri ışığında inceleyerek, film ile romanın karşılaştırmalı bir okumasını yapıyor. Liktor bu çalışmasında, geleneksel değerlerin sarsıldığı modern çağda kendi değerlerini tanımlayıp varoluşunu anlamlandırmaktan aciz, insanlar ile bütün ilişkisi güç mücadelesinden ibaret olan Yeraltı filminin baş karakteri Muharrem ile Dostoyevski’nin romanındaki Yeraltı Adamının davranışlarını çözümlüyor ve bu analizini Nietzsche felsefesinin sunduğu perspektifle ile derinleştiriyor. Defne Tüzün “Kim Bu Vasfiye?: Bir Temsiliyet Krizi Olarak Adı Vasfiye Filmi” başlıklı makalesinde Adı Vasfiye (Atıf Yılmaz, 1985) filmini anlatım çalışmalarında ve film çalışmaları alanında bir anlatım tekniği olarak kavramsallaştırılan mise-en-abyme stratejisi bağlamında değerlendiriyor. Tüzün makalesinde mise-en-abyme tekniğini, temsil edilmeye çalışılan kurgusal evrenin, kendisini anlatma, tarif ve temsil etme konumundaki anlatıcıyı ya da makro evreni içine alması, dolayısıyla temsilin tümden bir krize dönüşmesi olarak tarif ediyor. Adı Vasfiye filminin hikaye anlatmayı, temsil etmeyi, kısaca kendi kurgu evreni içinde başka bir kurgu evren oluşturmayı anlatısının eksenine yerleştirdiğini belirten makale, filmin anlatısı ve anlatım yapısıyla, bu bahsedilen türden bir temsil krizini ortaya koyduğunu öne sürüyor. Deniz Bayrakdar “‘Beni Erken Kaldır Nine, Denize Varacağım’ Çöl İşaretçileri’nin İzleri” başlıklı yazısında Tayfun Pirselimoğlu’nun filmlerinde Nacer Khemir’in Çöl İşaretçileri (1984) filminin izlerini sürüyor. Bayrakdar’a göre Çöl İşaretçileri’ndeki biçimsel motifler, imgeler, sesler, sessizlik, çerçeveler ve boşluklar Pirselimoğlu filmlerinde karşımıza çıkar. Pirselimoğlu’nun filmlerindeki kuraklaşmış şehir, Khemir’in filmindeki çöle benzeyerek, giderek çölleşir. Ölüm, sonsuzluk, gelecek, yalnızlık gibi temalar bağlamında da Pirselimoğlu’nun filmografisi ile Khemir’in filmi arasındaki diyaloglara, buluşmalara dikkat çeken bu denemesinde Bayrakdar ele aldığı konuyu çarpıcı bir üslup ile sunuyor. Sinema ve Bellek Dilara Balcı “1960’lı yılların Türk Sineması’nda ‘Öteki’ Kadınlar” başlıklı yazısında Türkiye Sineması’nda “öteki kadınların” temsil edilme biçimlerine odaklanıyor. Sinemanın toplumsal olanı yansıtma gücü üzerine yoğunlaşan Balcı, altmışlı yılların filmlerinde ulusal, dinsel ve cinsiyet kimlikleri arasında sıkışıp kalan Ermeni, Rum ve yabancı uyruklu kadın temsillerini analiz ediyor. Bu analizler üzerinden ise “öteki” kadın imgesinin “bizden” kadın imgesine karşıt şekilde üretildiğini tespit ediyor. Esin Paça Cengiz “Kurul(a)mayan Hikayeler, Anlatıl(a)mayan Geçmişler: Sinemada 12 Eylül başlıklı çalışmasında, 12 Eylül 1980 darbesini konu alan Sen Türkülerini Söyle (Şerif Gören, 1986), Ses (Zeki Ökten,1986) ve Bütün Kapılar Kapalıydı (Memduh Ün, 1990) filmlerini biçimsel olarak inceleyerek, 12 Eylül döneminin 1980’li yıllarda Türkiye Sinemasında nasıl temsil edildiğini araştırıyor. Makale, filmlerin hikâyelerini sunarken işe koştukları anlatım tekniklerini irdeleyerek, bu anlatım stratejileri ile söz konusu travmatik olayların deneyimlenmesi ve anlatısallaştırılması arasındaki paralellik üzerinde duruyor. Gül Yaşartürk “Babayı Öldürmenin Karşı Konulamaz Hazzı: Türk Sineması’nda Baba Oğul Çatışmasının Fonunda Gişe Memuru” başlıklı çalışmasında baba oğul çatışmasını merkezine oturtan ve babasına olan öfkesi ve nefretiyle onu öldüren bir oğlu karşımıza çıkaran Gişe Memuru filmine odaklanıyor. Çalışma, Türk Sineması’ndaki baba oğul krizinin fonunda, gişe memuru Kenan’ın babasına karşı duyduğu nefreti, anne özlemini, Türkiye’deki modernleşmenin doğu ve batıyla ilişkisinin izlerini sürerek, Nurdan Gürbilek’in Az Gelişmiş Babalar metni çerçevesinde analiz ediyor. Eser Selen “Lola ve Bilidıkid’de Queer Kimliklerin Hayatta Kalma Mücadelesi” başlıklı yazısında Lola ve Bilidıkid (Kutluğ Ataman, 1999) filminin cinsiyet ve cinselliği nasıl ele aldığına odaklanarak dört ana sahneyi analiz ediyor. Analiz ettiği dört sahne üzerinden, cinsiyet ve cinselliklerin oluşturulmasının filmin anlatısında nasıl tasvir ve temsil edildiğini queer kuramı çerçevesinde inceliyor ve şu soruları soruyor: görünür kılınan queer durum seyirciye nasıl aktarılır? Queer olanın savunmasızlığı ve ölümü neye işaret eder? Çalışma bu soruları temel alarak filmin karakterlerinin queer özelliklerini ortaya çıkaran sahnelerde yer alan cinsiyet, cinsellik, ırk ve aidiyet meselelerinin temsil bağlamında çözümlemesini yapıp, cinsel kimliklerin seyirciye nasıl sunulduğunu irdeliyor. Nur Özgenalp “Lütfen, Hafızanızdaki Siyasi Tarih Boşluklarını Dizilerle Doldurun!: 2000 Sonrası Türkiye’de Televizyon Dizilerinde Nostalji” başlıklı yazısında, Türkiye televizyonlarında 2000 sonrası yayınlanan ve siyasi drama türünde sınıflandırılan Çemberimde Gül Oya (Çağan Irmak, 2004 – 2005, Kanal D), Hatırla Sevgili (Ümmü Burhan, 2006 – 2008, Atv), Bu Kalp Seni Unutur mu? ( Aydın Bulut, 2009 – 2010, Show TV) ve Öyle Bir Geçer Zaman ki (Zeynep Günay Tan, 2010 – 2013, Kanal D.) gibi dizilerin hangi anlatım biçimlerinden yararlandıklarını ve seyirci üzerinde ne tür etkiler yaratmayı amaçladıklarını inceliyor. Bu dizilerin toplumsal bellekle ilişkileri açısından öne çıktığı görüşünü ifade eden çalışma toplumsal belleğin nasıl işlediğini, tarihte var olan ama resmi yazılı tarihe bir türlü yansımayan durumların toplum üzerinde ne tür etkiler bırakabileceğini dizi okumaları üzerinden inceliyor ve toplumdaki belli bir tarihi hesaplaşmanın, dizi izleme eylemi üzerinden yapılıp yapılamayacağı sorularına cevap arıyor. Sonay Ban “2000 Sonrası Kentsel Dönüşüm Projeleri Bağlamında Temsil Siyaseti: ‘Kent Aktivizmi Belgeselleri’” başlıklı çalışmasında İstanbul’da 2000 sonrasında AKP hükümetinin çıkardığı yasalar sonucu önünü açtığı TOKİ kaynaklı konut yapımlarına ve belediyelerle ortak rant sağladığı kentsel dönüşüm süreçlerine karşı oluşturulan muhalefet mekanizmalarına odaklanıyor. Bu minvalde süreci yansıtan ve “kent aktivizmi belgeselleri” olarak adlandırılan filmlerin izleyicilerine neleri gösterdiği, yönetmenlerinin kendilerini konumlandırma biçimleri ve ne tür muhalefet mekanizmalarını kullandıkları tartışmanın odağını oluşturuyor. Sinema ve Edebiyat Ceyda Özmen “Filmleri Çeviriden Okumak: Türkiye’de ‘Sinema-Roman’” başlıklı yazısında sinema ve edebiyat arasındaki yakın ilişkiyi filmlerin romana ve edebiyata etkisini inceleyerek ele alıyor. Makale 1933-1960 yılları arasında yayınlanan, yerli/yabancı filmlerle bağlantılı romanları kapsayan bir bütünce üzerinden çeviri, popüler edebiyat ve sinema arasındaki ilişkilere odaklanıyor. Çalışması için betimleyici çeviri araştırmalarının yöntemlerinden yararlandığının ve dizgesel bir bakış açısı sunduğunun altını çizen Özmen makalesinde, erken Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde popüler edebiyat alanında farklı çeviri uygulamaları sonucunda nasıl yeni bir roman türünün—“sinema romanın”—ortaya çıktığını gösteriyor. Deniz Gündoğan “Pastoral Dramdan Çoklu Performansa: Uğultulu Tepeler ve Kar Beyaz Uyarlamalarına Karşılaştırmalı Bakış” başlıklı makalesinde uyarlama konusu üzerine yapılan akademik tartışmalar bağlamında, Uğultulu Tepeler (Andrea Arnold, 2011) ve Kar Beyaz (Selim Güneş, 2010) filmlerini karşılaştırmalı olarak ele alıyor. Her iki filmin makrokozmos ve mikrokozmos ekseninde kesişen sinema dilini ve uyarlama biçimini çözümleyen çalışma, hem Arnold’ın hem de Güneş’in edebi uyarlamalarının esas metnin otoritesini nasıl ve ne dereceye kadar sarstığını, bu iki filmin anlatım stratejilerine değinerek inceliyor. Özge Özyılmaz “Edebiyatın Sinema Düşkünü Kızları” başlıklı çalışması 1930’lu yıllarda Türkiye’de kadınların popüler kültürün önemli bir unsuru olan sinemaya yoğun ilgisini ve bu ilgi karşısında yükselen toplumsal endişenin dönemin gazete, dergi ve popüler romanlarında nasıl yansımalar bulduğunu inceliyor. Özyılmaz makalesinde, kahramanları film yıldızı olmak isteyen ve sinemaya olan tutkuları nedeniyle başlarına “kötü şeyler” gelen genç kadınlar olan Su Sinekleri, Sinema Delisi Kız ve Şark Yıldızı Selma romanlarının analizini yaparak, Cumhuriyetin erken dönemlerinde genel olarak batılılaşmaya, ama özel olarak da kadınların batılılaşmasına yöneltilen kaygı ve endişeleri, kadınların sinemaya olan “düşkünlükleri” bağlamında araştırıyor. Sinema ve Seyirci Hasan Akbulut “Sinemaya Gitmek ve Seyir: Bir Sözlü Tarih Çalışması” başlıklı çalışmasında gerçekleştirdiği sözlü tarih görüşmeleri üzerinden, seyrin ve seyircinin tarihinin izini sürüyor. Yılda yüzlerce filmin çekildiği, şehir merkezlerinden taşraya dek sinema salonlarının her kentte açıldığı, ailece ve toplu olarak sinemaya gidildiği ve çoğunlukla melodramların perdeleri kapladığı 1960-1980 arası Türkiye’sinde sinemaya gitme deneyimine odaklanan çalışma, bu deneyimi bizatihi o dönemi yaşamış seyircilerle sözlü tarih yöntemiyle ve farklı yönleriyle ortaya koymaktadır. Özde Çeliktemel Thomen “‘Müderris Sinema’: Erken Cumhuriyet Türkiye’sinde Sinemayla Eğitim Arayışı (1923-1945)” başlıklı araştırmasında Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri’ndeki devlet tutanaklarını, önergeleri, yazışmaları ve kararnameleri inceleyerek, Erken Cumhuriyet döneminde siyasal elit ve aydınlarının sinema hakkındaki görüşlerini değerlendiriyor. Dört bölümden oluşan yazısının birinci bölümü sinema devlet ilişkisine odaklanarak Türkiye’deki sinema sektörünün arka planını araştırıyor. İkinci bölüm ise, erken Cumhuriyet dönemindeki sinemanın eğitimle kesişen alanına eğilerek eğitim kavramına nasıl yaklaşıldığını aktarıyor. Makalenin üçüncü ve dördüncü bölümleri ise eğitici filmlerin yaygın bir biçimde gösterildiği Halkevleri ve okullar konusu üzerine yoğunlaşıyor. Ayşegül Kesirli “‘Seviyoruz Merkez:’ Kült Bir Televizyon Dizisi olarak Behzat Ç.:Bir Ankara Polisiyesi” başlıklı makalesinde Behzat Ç.: Bir Ankara Polisiyesi üzerinden, hayranların ve medya kuruluşlarının diziye olan yaklaşımlarını dizinin metinsel özellikleri ile birleştirerek Behzat Ç.: Bir Ankara Polisiyesi’nin nasıl kült bir televizyon dizisine dönüştüğünün izlerini sürüyor. Behzat Ç. dizisi özelinden yola çıkan çalışma aynı zamanda Türkiye’de hayranlık meselesinin özellikle televizyon alanında nasıl gündeme geldiğini ve deneyimlendiğini araştırıyor. Suncem Koçer “Alımlama Söylemleri ve Bir Söylem Janrı Olarak Kürt Sineması” başlıklı makalesinde “Kürt sinemasını” seyircilerin filmleri alımlarken yeniden ürettikleri söylemler ve onlara içkin toplumsal, kültürel ve politik dinamikler çerçevesinde oluşan bir söylem janrı olarak ele alıyor. Janrı, tekil metinleri sınıflandırmak üzere sabitlenmiş nesnel kurallardan ziyade, kısmi ve geçişken bir stratejiler ağı olarak ele alan Koçer, buradan yola çıkarak bir janrın, tekil metinlerin üretimi ve alımı esnasında dolaşıma giren söylemler ışığında anlamlı hale geldiğini ileri sürüyor. Bu bağlamda, Türkiye’de Kürt sineması tartışmalarında sıklıkla gündeme gelen Kürt sinemasının tarihi konusunun, filmlerde konuşma dili ve gerçeklik tartışmalarının, Kürtlerin kültürel üretiminin uluş aşırı koşullarının yanı sıra Kürt kimliğinin görünmezliği ile ilgili kolektif endişeleri ve siyasal konjonktürün yarattığı iktidar çekişmeleri yansıttığını ileri sürüyor. Özlem Avcı-Aksoy “Muhafazakar Sinemanın Dili ya da Sinemadaki Muhafazakâr Dil” başlıklı çalışmasında muhafazakâr dilin sinemaya nasıl aktarıldığı ve aktarılan bu söylemin nasıl alımlandığı üzerine çözümlemeler yapıyor. Muhafazakâr sinema dilinin nasıl kurulduğu ve ekranda nasıl kurgulandığı sorusunun izlerini son dönem filmleri üzerinden sürüldüğü çalışmada, Avcı- Aksoy, sinema seyircisinin sunulan bu kodları nasıl algıladığı ve yorumladığı üzerine okumalar gerçekleştiriyor. Defne Tüzün/Esin Paça Cengiz |